Yayınlanma tarihi: 6 Kasım 2015 – Yeni Özgür Politika (internet sitesi arşivine erişim bulunmamaktadır)
Bu seçimleri normal bir seçimmiş gibi kabul edip ondan sonra da umutlu şeyler söylemek bana çok anlamlı gelmiyor. Nihayetinde, saray darbesi ismini verdiğimiz bu süreçte, katliam, cinayet, sokağa çıkma yasağı, bombalama, ölülere hakaret, baskı, örgütlenmiş yakma, yağma, linç, basın yasakları ve daha onlarca çeşit baskıyla girilmiş, korku rejimi içinde kazanılmış bir seçimden bahsediyoruz. Vaat edilen de budur. Buradan herhalde demokrasi, barış süreci, insan hakları falan çıkacak değil.
Şimdi düşününce böylesi bir seçimde yüzde 49 oya şaşırmamız ancak içinde bulunduğumuz durumu tahlil etmekteki eksikliklerimizden kaynaklanıyor olabilir. Ortalama bir CHP’liye veya bir HDP’liye sorduğunuzda Kürtlerin kazanımları bir yana, Suriye’nin bugünkü iç savaş durumuna bakarak, Esad başta kalsaydı demesi mümkündür. Bu, Esad’ın ne menem bir felaket olduğunu bilmemesinden kaynaklanmaz. İç savaş tehdidini canlı tutan bir lider korku verici olduğundan boyun eğdirtebilir. Muhalif olarak örgütlenmemiş bir insan boyun eğişini meşrulaştırmak için onlarca söylem, çıkar bağı ve farklı olana nefret geliştirebilir.
Bu şartlarda HDP’nin barajı geçmesi çok büyük bir başarıdır elbette. Ona şüphe yok. Ancak eş başkanların kendilerinin dediği gibi başarıyı kutlamak gibi eleştiri yapmak da hepimizin görevidir. Elbette muhalifler ve yaşama evrensel değerlerle bakanlar, liberal ortalamanın eleştirilerinden daha derin eleştiriler yapmakla da yükümlüdür. Televizyonda seyrettiğimiz, gazetelerde okuduğumuz ortalama liberaller, HDP’yi kısıtlama, bunaltma, politik perspektifinden uzaklaştırma, kriz halinde tutma, kararsızlaştırma işlevini üstlenmişler ve HDP’nin PKK yüzünden oylarını kaybettiği söylemiyle, hem darbe koşullarında gerçekleşmiş bu seçimi normalleştiriyor, hem de HDP’nin politik perspektifini yok sayıyorlar. Bir yandan HDP eliyle radikal siyaseti sönümlendirme, bir yandan da HDP’nin görevini Kürt sorununu liberalizme içkin kılma ve AKP’nin gücünü kısıtlama noktasına indirgemek arzusunu saklayamıyorlar.
Şu tahlil elbette doğrudur. Linç ortamı HDP’nin Kürt coğrafyasında ve gene batı şehirlerinde 7 Haziran’da girdiği yerlere girememesine, sızdığı yerlere sızamamasına sebep oldu. Üstelik daha önceki araştırmaların gösterdiği gibi Kürt muhafazakar orta sınıf ile liberal refleksler içinde bulunduğumuz konjonktürde benzerlik gösteriyor. Çünkü ikisinde de hem durumdan memnuniyetsizlik, hem iktidardan yana uslanmaz bir iyimserlik, hem de belirsizlik alerjisi var. İkisinde de her şeyin sistem içi tanımlanan “ölçülülük” içinde gerçekleşmesi gibi, yarı-entegre tüm gruplarda gördüğümüz hassasiyetler var.
Ancak mesele bu oyları kaybedip kaybetmemek değil. Mesele zaten çok daha fazlasını hedefleyen bir HDP kurmak. Bu da sürekli kriz ortamında olan bir ülkede, kriz yönetebilmek ve örgütlenmekle olacak bir iş. HDP’nin kriz ortamında ve barış sürecinin ufukta görünmediği bir dönemde kendini liberallerle ilişki içinde sadece barış üzerinden konumlandırması daraltıcıydı. Kanımca birincisi darbe rejimine karşı hem çok daha erken hem de çok daha geniş bir cephe kurması gerekiyordu. Bu konuda Demir Küçükaydın önemli önerilerde bulunmuştu. İkincisi Kürt şehirlerinde gerçekleşen özsavunmayı evrensel bir çerçeveye oturtarak merkezde tartışabilir hale getirmeli, kitlesel ve söylemsel propagandasını yapmalı, normalleştirmeliydi.
HDP’nin bu iki çıkıştan da kaçınması, siyasetin saray darbesinden sonra ancak geniş cepheli, çoklu bir direniş ağı ve radikal ve yeni yöntemlerle yürütülebileceği gerçeğinden yola çıkan bir hat belirleyememesi özeleştiri sebebi olmalıdır ve umuyorum ki değişecektir. Bir de nasıl olup da ancak üçte bir seçilmişin kadın olabildiğini anlamıyorum. Ancak elbette tüm enerjisini cenaze almaya, cenazeye katılmaya, taziyeye vermek zorunda bırakılmış bir partinin eleştirilmesinin bir yerde adil olmadığının da farkındayım.
Eski derin devlet ve IŞİD enjekte edilmiş ve cebirle seçim kazanmış bir AKP ile karşı karşıyayız. Selefileşen bir faşizm, kalpleri zorla fethetmeye and içmiş ve en incelikli sosyal inşa projeleriyle karşımıza çıkacak bir Başbakan, şimdi içerde kazandığı zaferle dünyada da gücünü yeniden tesis etmeye kalkışacak ve egemenlik alanını arttırmaya kararlı bir Cumhurbaşkanı da cabası. HDP’nin hem çoğulcu hem de İslami bir hattı olması, İslami cemaatleri kazanması, onları kendilerini ifade edecekleri bir demokratik zemine gelmeye ikna etmesi zaruri. Selefileşen İslam’ın egemenlik politikasına karşı demokratik İslamın savunulması ve hayata geçirilmesinin öncelik olmalı düşüncesindeyim. HDP’nin özellikle Erzurum’daki vekil kaybını bundan dolayı en büyük kayıplardan biri olarak görüyorum.