Özgür Gündem (internet sitesi arşivine erişim bulunmamaktadır)
“Tarih evimizi işgal ettiler” diye anlatır sömürgeciliği, Arundhati Roy’un yarattığı çocuk kahraman. Tarih evi işgal edilmiş bir halkın gelecekle ilgili düşleri artık hep başkasının çoktan yarattığı, bir bugünün türevi olarak kalmaya mahkum olacaktır. Roy o halkın bundan dolayı mıdır bilinmez, ne kadar acımasız ve yıkıcı olduğunu anlatacak, güçlü kalemiyle sömürgeleştirilmiş bir halkın kurduğu ulus devletin çürütücü etkisinin resmini çizecektir.
Hindistan’da 1990’lı ve 2000’li yıllarda ardı ardına sömürgeciliği ve sömürgecilik sonrasını anlatan kitaplar yazılmaya başlandı. Arundhati Roy ismini bu dönemde yazdığı Küçük Şeylerin Tanrısı’yla duyurdu.
Arundhati Roy’un parçası olduğu sömürge sonrası üçüncü dünyanın ürettiği ve edebiyat dünyasını baştan başa sallayan ikinci dalgaydı.
Dalganın birincisi Latin Amerika çıkışlı “büyülü gerçekçilik” akımıydı. Büyülü gerçekçilik, Latin Amerika’da cunta, askeri darbeler, Amerikan emperyalizmi, siyasi kıyımlar ve yerli halkların katliamının kıskacında gerçekleşen ve gündelik hayatın tamamını etkileyen bir şiddet içerisinde yaşamanın anlatı diliydi.
Bu şiddete rağmen insanlar hayatta kalıyor, seviyor, aşık oluyor, dayanıyor ve ayaklarının altından vahşetle silip süpürülen gündeliklerini korumaya, yaşamı tekrar yeşertmeye çalışıyorlardı. Acımasızlığın ve kadersizliğin kanıksanışı ve bu kanıksanışın göbeğinde vahşet alanlarının tekrar ev yapılmasının anlatılması ancak büyülü gerçekçilikle, büyü ile eylemin, kader ile lanetin ayrıştırılamaz biçimde birbirine karıştığı bir kurguyla oluyordu.
Büyülü gerçekçilik solun dili olduğu kadar erkeğin de diliydi ve hayalleri bir çırpıda ve olabildiğince kuvvetli bir saldırıyla yıkılmış erkek-gençliğin tekrar hatırlamasının ve hayal kurmasının yoluydu.
Başına gelen şiddete mesafe almaya ve deneyimine dil vermeye çalışan bu edebiyatta, tüm suç erişkin faşizmine yüklenmiş ve bunun sonucunda kadınların ataerkillik içindeki ezilişi kadın-erkek meselesinden çıkartılmış ve hane reisi ile tüm diğerleri arasında yaşanan bir gerilime indirgenmişti. Böylesi bir dili mesken tutabilmeyi başarmış çok az kadın oldu. Bunlardan biri Isabel Allende’ydi. Hatırlamaya değer.
Dünyada büyülü gerçekçilik batının müdahalesiyle “buğulu gerçekçilik” diyebileceğimiz berbat bir edebiyata çok kısa zamanda evrildi.
Türkiye’nin edebiyatını topyekün etkileyen ve sığlaştıran bu akım acı anlatısı ve acıya empatiye davet şeklinde özetlenebilir. Şiddeti ve faili yoklaştıran, onun yerine acıyı ikame eden; “orada uzakta bir çocuk gördüm, mahvoldum” cinnetiyle acıyı anlatarak, acıyı anlatanı hukuk alanında liberal bir iç çekişle içerebileceğini var sayan bu edebiyat ne şanslılar ki Güney Asya’ya fazla uğramadı.
Dünya edebiyatını ikinci kez dalgalandıran üçüncü edebiyat akımı Hindistan’dan çıktı. Post-kolonyel (sömürge sonrası) diyebileceğimiz bu edebiyatın öncüleri arasında Salman Rushdi veya Vikram Seth gibi isimler bulunsa da, bu edebiyatın üçüncü dünyalı bir kadın sesinin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynadığı söylenmeli.
Post-kolonyel edebiyat sömürgecilik ve sömürgecilik sonrası ortaya çıkan milliyetçiliğin, devlet, sermaye ve erkek şiddeti ile yaraladığı hayatların bir sözlüğü, bir ontolojisi gibidir. Sömürgecilik ve sömürgeciliğin oluşturduğu zıtlıklar, hiyerarşiler, milliyetçilik ile birlikte devam etmiş ve ulus devlet tüm verdiği sözlere rağmen uğruna dövüşmüş olan kadınların, köylülerin, yoksulların hayatını bir gıdım güzelleştirmemiştir. Post-kolonyel edebiyat istemekten bir türlü vazgeçemediklerinizin zulmünü anlatan bir eleştiri türüdür; milletin, devletin, aşkın, iktidarın, kalkınmanın…
Ayrıca Arundhati Roy’un dilinde en etkin halini bulan bir beden anlatısıdır post-kolonyel edebiyat. Bir kadının parçalanmış bedeni Hindistan haritası üzerinde yer alır; annesi kızınca bir çocuğun yüreğinde annesinin ses hacmi kadar bir boşluk açılır, karnında önce kelebekler uçar sonra bir bir boyunları kopartılır o kelebeklerin.
Arundhati Roy, sadece yarattığı edebiyat sebebiyle değil duruşuyla da iz bırakan bir yazar. Hindistan’da nükleer deneylere, Pakistan’la gerilime, baskı rejimine, doğa yıkımına karşı çıktı. Gözaltına alındı, tutuklandı, linç kampanyaları yaşadı. Maocu isyancılarla yürüdü, yaşamlarını kaleme aldı. Tarih evimiz işgal edildikten sonra türevleşmiş hayallerimizde istemekten bir türlü vazgeçemediklerimizin hikayesini anlatmakla kalmadı, elinden geldiğince başka türlü hayal kurmaya çalışanların da yoldaşı oldu.