Zabel Yesayan, 1878‘de İstanbul’da doğmuş, 1942’de Sovyetler Birliği’nde ölmüş bir Osmanlı Ermeni feminist romancı/yazar. Hayatının tümünü siyasi mücadele içersinde geçirmiş, çoğu zaman Osmanlı Ermeni feministleri ve entellektüelleriyle ters düşmüş ezilmişliğin sadece kadınlık, etnik kimlik ya da sınıfsallık üzerinden değil bütünsel olarak algılanması gerektiğini savunmuş bir aktivist. Entellektüelleri fazlasıyla batıya yönelik ve halktan kopuk siyaset yapmakla, gündelikte yaşanan sorunları ele almamakla ve Osmanlı’nın doğusundaki yoksulluğu hiçe sayan siyasi dillere sığınmakla suçlayarak çevresindekileri kendine küstürmüş, yıldırmış bir direnişçi. Ama bunların da ötesinde Zabel Yesayan, bir harika dil kullanıcısı, kimilerine göre Ermeni edebiyatının pırlantası, ilk psikolojik/realist Ermeni romancısı, daha da ötesi bedenin acısını ve deneyimini yazıya yansıtmayı bilmiş o çok nadir bir kaç kadından bir tanesi.
Zabel Yesayan’ın en önemli eseri 1909’da Kilikya’da yaşanan ve hem direnişçileri hem de sivil halkı hedefleyen Ermeni kıyımını anlattığı Yıkıntılar Arasında isimli hatırat. Toplumsal felaketler kolay kolay dillendirilemezler. Bireysel trajedilerle başa çıkmak ve onları anlatmak için hem geleneksel toplumlarda hem de modern toplumlarda çeşitli araçlar icat edilmiştir. Psikoloji bilimi modern toplumlarda böyle bir işlevi yerine getirir örneğin. Ancak toplumsal felaketlerde, acının çoğulluğunu, birbirine baktıkça artışını, yani acının toplamının zaman içinde azalacağı yerde nasıl da sınırsızlaştığını anlatacak bir dili oluşturmak imkansız gibidir. Columbia Üniversitesi’nde doçent Mark Nichanian’a göre Zabel Yesayan’ın en büyük başarısı eseri aracılığıyla bu toplumsal felaket karşısında, felaketi anlamlandıran bir dil oluşturabilmesi ve tüm engellere rağmen yas tutabilmesidir.
Osmanlı İmparatorluğu 1909’da Ermenilerin başına gelen bu toplumsal felaketi tanımadığı gibi, bu felaketin ardından ortaya çıkan direnişi de engellemiş, kıyımı anlatanları yasa dışı ilan etmişti. Böyle bir durumda Ermeni yazarların çoğu çareyi acılarını batıya tanıtmak, batının yardımını almak ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bu zulmünün öcünü batı aracılığı ile almakta bulmuşlardı. Mark Nichanian’a göre
Zabel Yesayan’ın hatıratı, dönemin kendine batıyı öncelikli muhattap almayan tek eseridir. Zabel Yaseyan bir Ermeni olarak Kilikya felaketinin ardından yaşadıklarını ve gördüklerini Osmanlı’ya anlatmaya ve Osmanlı kamusunda yas tutabilmeye çabalar. Eserinde sürekli olarak en büyük felaketin belki de Ermenilerin başlarına gelen değil, baslarına gelenin yol açtığı acının tanınmaması olduğunu, kıyımın ardından adalet yerine yas tutmayı bile engelleyen tutuklamalar, yasalar gelmesinin kırıcılığını anlatır. Felaketin kendinden çok, felaketin ardından gelen bu tavır, Ermeni kimliğini parça parça etmiş, Ermeni kimliğini sonsuza dek bu felaketin hatırasına tekrar tekrar sarılmaya bağlamıştır.
Lerna Ekmekçioğlu ve Melissa Bilal’in derlediği Bir Adalet Feryadı Osmanlı’dan Türkiye’ye Beş Ermeni Feminist Yazar içinde bulunan Yesayan’ın Balkan Savaşları’nın üçüncü gününde kaleme aldığı Yeter makalesinde, tüm bunlara rağmen yazarın o dönemde halen umut dolu olduğu görülüyor. Yesayan, makalede savaşa katılmaya giden Türk köylülerinin, savaşın yıktığı yerlerden kaçan muhacirlerin acılarını, Kilikya’da gördükleri ile birleştirerek anlamaya çalışıyor. Yani tuttuğu yası Osmanlı’nın tüm ezilenlerini kapsayacak derecede genişletebilmiş ve Osmanlı halklarını birleştiren tecrübenin kendilerinin karar vermediği nice savaşın, kıyımın acılarının ortaklığı olduğunu keşfetmiş durumda.
Belki de Zabel Yesayan’ın o sarsıcı ve kışkırtıcı diline birileri o zamanlar kulak verseydi daha sonra olacak çok daha büyük felaketler engellenebilir, Osmanlı yıllardır biriktirmiş olduğu acılarını ortaklaştırarak farklılıkları yok saymak yerine kutlayan bir cumhuriyete dönüşebilirdi.
Orhan Pamuk’un o muhteşem Kar romanı çok benzer bir biçimde cumhuriyet tarihinin birbirine zıt gördüğümüz laik, dindar, Kürt, Türk, doğulu ve batılıların acılarının ortaklığının mekana ve zamana kazınışını anlatıyor. O yüzden de hem Nobel’i hem hepimizin takdirini hak ediyor.