Kobane ile Cizire nihayet birbirine kavuştu. Kavuşma kelimesinin anlamına kavuştuğu bu anlara tanıklık etmek ne güzel, ne coşkulu. İki kanton da uzun zamandır bu ana kitlenmiş, bekleyişteydi. Hele Kobane. Savaşın kırıp döktüğü, yıkım karşısında anlamın yittiği, yerle bir olmuş binaların tozlarında yeşeren çiçekler ve çocuklarıyla Kobane. Yorgun savaşçıları, yılgın halkı ile Kobane. Kobane’de her ne kadar özgürlüğe doğru verilen bir hakikat mücadelesi zaferle taçlanmış olsa da, o hakikatin yanı başında ölüm ile hayatta kalmanın sınırlarının belirsizleştiği bir deneyimin tüketiciliği de yükseliyordu. Şimdi kavuşma süreci yaraları daha çabuk tedavi edecektir. Yaşam, çoğalmak, kavuşmak kadar ölümü, anlamsızlığı, yorgunluğu ne alt edebilir ki?
Şimdi Özgürlük Hareketi’ni çok daha büyük bir sınav bekliyor. Tel Abiyad ve Rakka Arap kemerinden bağımsız olarak, yüzyıllardır o bölgede yaşayan Araplar’ın üçte ikisini oluşturduğu bir nüfusu barındırıyor. Önce Esad rejimi, daha sonra İŞİD tarafından her türlü baskıya maruz kalmış bu nüfus şimdi YPG ve YPJ’nin silahlı varlığı ile karşı karşıya. Araplar ve Kürtler arasında kışkırtılan ve korkularla abartılarak büyüyen düşmanlığa karşı mücadele için eşsiz bir fırsat.
Halkın önemli bir kısmının anti propaganda ile YPG ve YPJ’den korktuğunu, Arap milliyetçilerinin anti propagandaya devam edeceğini, YPG ve YPJ içindeki kimi birimlerin de zafer coşkusu ve intikam duygusuyla hatalar yapabilecekleri zorlu bir süreç aynı zamanda. En şeffaf, en adil yolu bulmak kolay olmayacak. Ancak hem Arapların bir an evvel köylerine dönmeleri, hem de bir an evvel yönetime katılmaları lazım. Türkiye’de biriktirdiğimiz barış süreçleri deneyimleri bilgilerimizin işe koşulacağı bir zaman. Halkların barıştırılması, geçmişte, şimdi ve gelecekte yaşanacak tüm hak ihlallerinin ortaya çıkarılması, çoşkulu, çoklu ve adil bir yaşamın tesis edilmesi için mükemmel bir olanak.
Bunun Türkiye’ye de etkileri olacaktır. Suriye’den gelenler ile ilgili olarak doğru dürüst bir program çıkartmış tek parti HDP. Her ne kadar sayın Demirtaş’ın Hizbullah televizyonuna çıkması, HDP’yi heyecanla izleyen Suriyelilerde bir tedirginlik yaratmış olsa da, halen gözleri HDP’ye dikilmiş durumda. Bu alanda Rojava ile ortak hareket eden bütüncül, eşitlikçi, insancıl ve inandırıcı bir siyaset HDP’yi ciddi şekilde güçlendirecek ve AKP’nin tekeline almaya çalıştığı yardımsever, fedakar, şefkatli büyük ağabey pozisyonunun çıkmazlarını bir kez daha deşifre edecektir.
AKP medyası görülmemiş bir düşmanlık içerisinde, nefret söylemini doğallaştırmış, İslam’ın içeriğini tamamen boşaltarak feci bir ayrımcılık söylemine indirgemiş durumdalar. Bunun herkesin başına açacağı felaketin sorumluluğunu nasıl alabiliyorlar ilginç. Rwanda’da katliam bu tür bir medya sonucunda oluştu. Ezgi Başaran’ın Diyarbakır bombalamasıyla ilgili yazdığı yazının da altını çizmek isterim. Şiddet antropolojisi çalışan biri olarak, Hindistan’da, Pakistan’da, Afirka’nın dört bir yanında böyle onlarca hikayenin ülkeleri nasıl mahvettiğine dair onlarca hikaye biliyorum. Yalnız Türkiye’deki örgütlülüğün bu tür tehlikeleri aşacak olgunlukta olduğu düşüncesindeyim.
Buna bağlı olarak Özgecen’dan sonra şimdi de Cansu olayını hatırlatalım. Bu tür iklimlerde gene en çok kadınlar katlediliyor, yok ediliyor, acıtılıyor. Nefret erkekliği tüm gemlerinden sıyırıp, kadınların üzerine salıyor. Berbat İŞİD katliamlarından ne farkı var bugün bu ülkede biz kadınların yaşatıldıklarının?
Son bir şey daha… Belli ki Türkiye’de resmi bir hakikat komisyonu için daha bekleyeceğiz. Ancak her gün yeni bir itirafla 90’larda yaşanmış felaketlerin failleri belli oluyor. Bunları sistemli bir biçimde kamuoyuna duyurmak gerek. Belki HDP böyle bir komisyon kurabilir. Hala geçmişe dair yalanlardan beslenen fikirlerle en etkin mücadele biçimi hakikatin ta kendisi çünkü…