Yayınlanma tarihi: 21 Mart 2014 – Yeni Özgür Politika (internet sitesi arşivine erişim bulunmamaktadır)
Elbette bugün Newroz’a yakışır bir yazı yazmak gerekiyor. Biraz kişisel ve Türkiyeli bir hesaplaşma olacak. Kusuruma bakmayın.
Geçen seneki muhteşem Diyarbakır Newrozu’na katılalı tam bir sene oluyor. Ne mutlu ne kutlu bir gündü. Ne kadar umut dolu bir mektup, bunu ne kadar da hak eden bir halkla buluşmuştu. O gün Newroz’dan hepimiz görevlerle donanıp çıkmıştık. Çekilme başlayacaktı madem, barışın, geri dönüşün, salıverişlerin koşullarını hazırlamak bize düşüyordu.
Ben kendi adıma önce çok kısa zamanda dünya deneyimleriyle ilgili bilgi toplamak için bir dolu istekli öğrenciyle çalışmaya başlamıştım. Guatemala, Güney Afrika, İrlanda, İspanya, Kolombiya, Meksika, Nepal, Sudan, Uganda… Benzerlikleri görmek, barışı küresel bir tarihsellik içinde algılamak baş döndürücüydü. Sonra Barış İçin Akademisyenler (BAK) olarak çalışma grupları kurduk, ekonomi, ekoloji, tarih, dil ve bilimum konularda…
BAK’ın çalışma grupları işlevsellik kazanmadı. Ama akil insanların çalışmaları hakkında toplantılar yapıldı, raporlar yazıldı. Sürecin ilk dönemlerinde önemli iki imza metni yayınlandı.
O sırada yine Sayın Öcalan’ın müthiş hamlesiyle Türkiye, Avrupa, Kürdistan ve Ortadoğu’daki demokratik güçleri biraraya getirecek konferansların hazırlığına giriştik. Ankara’da geniş katılımlı bir toplantı yaptık. Orada da yüzleşme, demokratik siyaset ve hukuk grupları kurduk.
Bu grupların hiçbiri ne yazık ki işlevlik kazanmadı. Mesele gittikçe daha fazla hangi talep yerine geldi, ‘hangi talep yerine gelmedi’ye, ‘taleplerimiz nedir’e, sonra ‘bu bir Müslüman ittifakı mıdır’ tartışmalarına kaldı. Bir de tabi AKP-KCK-İmralı arasındaki gidiş gelişler, kim ne dedi, ne oldu, süreç bitti mi, bitecek mi, AKP ne yapacak, demokratik pakete teslim edildi. Her zamanki çıkmazımız olan inşa değil ilan, çoğalma değil görünürlük tercih edildi.
Sonra Barış İçin Kadın Girişimi ile birlikte kadınların barış süreçlerine katılımı üzerine çalıştık. Mayıs ayında bir konferans düzenledik. Daha önce yazmıştım bunu uzatmayayım. Atölyeler, gözlemler, temaslar yaptık. Meclis’e gittik. İki kere Kandil’e gittik. Kadınlarla buluştuk. Hayatım değişti diyebilirim; hem sorumluluk duygusu açısından hem de savaş sürecini de barış sürecini de kadınlarla beraber tartışınca öğrendiklerimden. Kürt hareketi bir kadın hareketidir dendiğinde bunun ne demek olduğunu etiyle kemiğiyle, cismiyle fikriyle anlamak ve içselleştirmek beni tepeden tırnağa ve hatta eski halimi hatırlayamadığım kadar farklılaştırdı. Bir rapor yazdık ve uluslararası alanlarda bunu paylaşmaya hazırlanıyoruz.
SES’te, Eğitim Sen’de, TTB’de bir dolu panel yaptık. Dünyayı, yapılanları, yapılması gerekenleri anlattık. Gezi ile barış sürecini ilişkilendirmek için didindik.
Ve en son HDP seçim bildirgesinde Türkiye için barış ne demek sorusunu yerel siyaset açısından somutladık.
Sürecin AKP için ne barış ne savaş dengesini tutmak olduğunu ilk günden beri biliyorduk. AKP’nin barışı bir müşteri memnuniyeti sağlama projesi gibi ele alacağını, Kürt hareketini de bir talepler manzumesine indirgemeye çalışacağını. Neyse ki bunlar başarılamadı. Zaten Kürt hareketi toplumsal tahayyülüne yatırım yaptığı ölçüde de başarılması mümkün değil. Ancak bugün geldiğimiz noktada hele hele KCK’nin açık davetiyle birlikte geçen sene ne yapmadığımız kadar, bu sene ne yapmalıyızı da konuşmak gerekecek.
Diyarbakır’da okunacak mektubu bilmemekle beraber sürecin (AKP’li veyahut AKP’siz) yürütülmesinde tüm demokratik halk güçlerinin kendilerine vazife çıkartabilecekleri bir mektup olacağını tahmin ediyorum. Demokrasi ve eşitlik mücadelesinde yapılacak çok şey, denenmemiş çok yöntem, söylenmemiş çok söz var hala. Hatta hatta bu alana henüz yeni yeni ve tedirgince girildiği dahi söylenebilir.
Bir senedir öyle veya böyle çok deneyim biriktirdik. Üstelik Türkiye’nin yaşadığı alt üst oluşu barış sürecinden ayrı düşünmek mümkün değil. Silahların büyük bir ciddiyetle susması, Türkiye’de öncelikle Kürtlere ama aynı zamanda bir çok diğer halka sürdürülen gündelik savaşın biraz da olsa konuşulabilmesine fırsat verdi. Her zamanki gibi bu fırsatın peşinde ve bu fırsatı ezilenlerin lehine çevirmek için yola devam.