Kaç yıldır yazıyoruz çöküşteniz, gidiyorsunuz, zalimleşiyorsunuz, parodileşiyorsunuz diye. Hesap verin, şeffaflaşın, demokratikleşin, ayrımcılıktan vazgeçin, sömürge siyaseti, nefret siyaseti gütmeyin diyoruz. Hakikatlerle yüzleşin, toplumsal barışı inşa edin, müşterek alanlara, halkın alanarına girmeyin. Doğayı sömürmeyin, sosyal hak alanlarını ranta dönüştürmeyin. Birini tutup, öbürün öldürmeyin. İnsan hayatına saygılı olun. İnsanları yerinden etmeyin, sekterlik yapmayın. Yönetimi kadınlarla eşit bölüşün. Barajı düşürün, tutukluları serbest bırakın, güçler ayrımını gözetin. Kendi büyünüze kapılmayın.
Roboski’yi, Sakine Cansız katliamını aydınlatın. Adaletli olun, akıllı olun. Çocuklara el sürmeyin. Derin devletin, kirli savaşın faillerini korumayın, devlette barındırmayın, cezalandırın. Taciz, tecavüz şebekelerine izin vermeyin.
Müzakereyi şeffaf yürütün, yasal çerçevesini hazırlayın.
Dünya yanıyor diyoruz, siz yanmayın.
Rojava’da, Suiye’de, Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da çetecilik oynamayın. Uluslararası meselelerde ilkeli olun, halkları önceleyin.
Barış siyaseti yapın, katılımcı bütçe yapın, yerinden yönetim yapın. Bırakın hayatını nasıl yaşayacağını halklar eşit ve müzakere içinde belirlesin. Farklılıklara saygılı olun, eşit mesafede durun. Millet halk ayrımı yapmayın. Öç siyaseti gütmeyin. Bölücülük yapmayın.
Geldiğiniz noktaya bakın. Abdullah Gül’ün eski bir tweetine tekrar referansla “insan hayret ediyor.”
Yıllardır “siz Türkiye normalleşiyor diyorsunuz, biz olağanüstü bir haldeyiz. Bu olağanüstü durum sizi de yakar” diyoruz.
Geldiğiniz noktaya bakın devlet, lanet, kaset.
Bir ülkenin kendini korumasının tek aracı, bir yönetimin tek garantisi demokrasi diyoruz. Demokrasi öz savunmadır diyoruz. Çeteciliğe karşı, “derinliğe” karşı tek yol doğrudan, yerinden halk demokrasisi, katılımcı ekonomi diyoruz. E pes bu kadar mı haklı çıkılır?
Hakikaten Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan, yerine uygun, müzakereye uygun bir lider olsun diye çok uğraş verildi. Çok emekler verildi. Ne ideolojik, ne sosyolojik analizler yaptık. Hakikaten bir lanetlik, bir dosyalık, bir itiraflık, bir itirazlıkmıymış?
Şimdi çok zor günler geliyor. Bu çok zor günlerden hayır çıkacaksa, ancak demokrasiyle, şeffaflıkla çıkacak. Mesele hiç bir şekilde yediler, yedirmezler meselesi değil elbette. Basbayağı, baştan sona bir demokrasi, bir toplumsal barış meselesi.
Diyelim Erdoğan gitti, AKP gitti. Cemaat bu hesapvermezlik düzeninde hangi yeni komploların, hangi yeni dinlemelerin, hangi yeni kadrolaşmaların, hangi yeni lanetlerin örgütlemelerine girişecek? Şimdiden kimlerle anlaştı? Tam demokrasi, tam müzakere, tam barış, tam anayasal haklar olmadan hangi hükümetin hangi vicdanına, hangi inancına, hangi ittifakına, hangi ayakkabı kutusuna kalacak bu diyar?
Diyelim gitmedi. Napıcak, hangi hukuksuz düzenlemelerle, hangi kışkırtmalarla, hangi yalanlarla canını kurtaracak? Diyelim seçim oldu millet git dedi. Nasıl terk edecek tutuğu mevzileri? Bir Esad mı olacak? Bir Kaddafi? Yoksa, bir onurlu gidişe razı mı?
Hakikaten tüm inancımla söylüyorum. Tek yol HDP. Ancak tüm halkları içine katan, halkına güvenen ve (bu cümleyi kullandığıma da inananamayarak) tüm hassasiyetleri gözeten bir barış partisi olarak HDP. Her mahalleye giren, her derdi dinleyen bir HDP. Bu büyük güvensizlik, ayrımcılık ortamında güven veren, kendini dönüştürmeye, sevdiremeye hazır, tam demokratik bir HDP.
Kürtler işin müzakere kısmıyla ilgileniyor diye kızıyorlar. Bence en iyisini yapıyorlar. Kürtler adaylarını çıkarıyor, kadın adaylarını açıklıyor, demokrasiyi var etme uğraşısı içinde, özlerini savunuyorlar. Türkiye soldan sağa, sağdan sola savruluyor.