Ahval ve şerait

Yayınlanma tarihi: 14 Mart 2014 – Yeni Özgür Politika (internet sitesi arşivine erişim bulunmamaktadır)

Tam olarak ne yazılabilir bilmiyorum.

Benim baktığım yerden hem her şey söylenmiş, hem de herşey çok karmaşık gözüküyor.

Çok basit, alabildiğince basit, dinde, hukukta, gelenekte, her türlü sistemde var olan en temel yasalara uyulmadığı için geliniyor bu noktalara elbette.

Çalma! Öldürme!

Bunun neresine ne yazmalı?

Türkiye devletinin bu hale gelmesinin tek bir nedeni olduğuna inanıyorum. Ta ilk günden itibaren. O da Türkiye’nin bir sömürge devleti olmaktaki ısrarı. Hangi devlet (doğrudan) sömürgecilikte ısrar etti de bu durumlara düşmedi?

Sömürge yönetiminin en önemli özelliği rızaya dayanmamasıdır. Yani bir hegemonya devleti değildir. Düşmandır, düşmancadır. Irkçılık sayesinde, kendine destek verenleri, yaptıklarının adil değil belki ama, doğru olduğuna inandırır. Yani yaptıklarını eyer yapmazsa, ona destek verenler yaşayamayacaktır, kirlenecektir, ırkları, düzenleri bozulacaktır. Sömürge yönetimi dünyayı bir savaş alanı olarak görür. Kapitalizm ile içli dostluğu bundandır.

Bir de elbette bunun olması için karşısında kendinin sömürüldüğünün farkına varan bir itirazın yükselmesi gerekir.

AKP’nin yolsuzlukları, bu yolsuzlukları ailecek yapışı, çeresindeki herkesi yolsuluğa bağlayışı, medyaya salabildiği korku, uluslarası ilişkileri, ittifakları; bunlar siyasi ve sosyolojik analiz gerekitiriyor. Ama bugün değil. Roboskî’lilerin, Ali İsmail ve Berkin’in topyekün ağırlığı ile değil. Bugün beni dehşete düşüren AKP’nin sömürge alet, edevat ve söylemlerinin tamamını nasıl da bir o yana bir bu yana koşuşturabilişi. Nasıl da hakikaten ustalıkla çocuktan ölü, bebekten cani yaratışı.

AKP iktidarını Türkiye’nın diğer iktidarlarından ayrıştıran Kürdistan’da incelttiği tüm sömürge metotlarını artık sadece batıdaki “ötekilere” değil beğenmediği tüm yüzde 50’ye uygulaması. Hatta artık yüzde 60.

Burdan bir uyanış çıkacak mı? Belki de. Belki de çok daha kötüsü.

Daha önceden araştırma sonuçlarından behsetmiştim. Arştırma yapılan yerlerden biri Örnektepe’ydi. Araştırma yapan arakadaşlar Örnektepe’de ayrışmanın boyutlarını kaleme dökerken mahalleyi ayıran sınırlardan bahsetmişlerdi. AKP ve AKP karşıtlarını ayıran duvar yazılarında, alışverişlerde, dolaşımlarda, söylemlerde kendini belli eden sınırlardan. Aşılmaz sınırlardan.

Dün bu sınırlar aşılınca bir kişi daha öldü. Şu an ben bunları yazarken mahallenin iki tarafında da bilenmiş, tedirgin gruplar hazırlık içinde.

Türkiye’nin dört bir yanında HDP’ye yönelik saldırıları Kürtlere yönelik bir “vatani” duygu patlaması olarak görüp doğallaştıranlar şimdi ne diyecekler acaba?

BDP’nin Kürdistan’daki başarısı tahmin edilen boyuta gelirse ve Türkiye’de her haliyle aslında sürdürülemez hale gelmiş olan barış her şeye rağmen gene de sürdürülürse Türklerin kendi sorunlarıyla, Türklükle, ötekileştirmeyle, demokrasi talepleriyle baş etme imkanı oluşturmaları mümkün olacak mı? Herhalde şimdilik Biz Türkiye tarafında yaşayanların tek umudu budur.

Cemaat-CHP, Ergenekon-AKP ittifaklarının gündelik hayatta bir karşılık bulabileceği ihtimali zayıf. Ancak toplumsal temeli olmayan bu tür ittifakların kendilerini sürdürebilir kılmak için ne kadar farklı yöntemleri işe koşabileceğini tahmin etmek de çok zor değil. Toplumsal öz savunma mekanizmaları işte tam da bu yüzden her zamankinden daha önemli.

HDK/HDP fikriyatını şu an tam olarak gerçekleştiremediğimiz ve bu fikriyatın arkasında yeterli toplumsal desteği oluşturamadığımız açık. Ancak Türkiye için bundan başka bir çare olmadığı da açık. Sömürge karşıtlığı ve demokrasi talebi arasındaki bağı kurmak da neden yeterince yol alamıyoruz? Bu bağı kurmanın yöntemlerini geliştirmekte yaşadığımız zorluklar nedir? Neden bir türlü kendi imkansızlıklarımızı sosyolojik bilgiye çeviremiyoruz?

Nihayet dediğim gibi benim durduğum yerden herşey çok karmaşık. Uzaktan bakınca siyasi olarak tam anlamıyla anlaşılabilecek şeyler, insanlarla gündelik karşılaşmalarda sınandığında, etkin bir söyleme, eyleme dönüşemiyor.

Dün Berkin’in cenazesinde, daha önce Hrant Dink’in cenazesinde hüzünle birleşen topluluklar, yalın ve tutarlı bir siyasi iradeye dönüşecek mi? Çalma! Öldürme! Evet ama aynı zamanda ezme! Küçümseme! Böyle bir eşitlik talebini karşılayabilecek mi? Şimdilik kuşkuluyum diyelim.

Comments

No comments yet. Why don’t you start the discussion?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir