Açlık grevleri 59. gününe girer; içerden bir kez daha gelen “çok zayıfladılar” haberi binlercemizi aynı anda kanatırken, eylemliliğin olağandışı zamanında yaşamaya devam ediyoruz. Tepeden tırnağa yenilendiğimiz bir zaman bu. Sokaktaki yağmuru fark etmeden dakikalarca yürüyoruz. Vitrinlerdeki baştan çıkarıcı mallar gözümüze değmiyor. Kulaklarımız gürültülerin içinden “açlık grevi” kelimesini ayıklayıp çıkarıyor. Duyularımız, duygularımız topyekün baştan inşa oldu. Her birimiz kılıç kadar keskiniz.
Hala “iyi bir haber” beklemeye devam. Beklemek hakiki anlamına kavuşuyor. Bu olağanüstü zamanda dil de yeni baştan kuruluyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının Türkiye’de yarattığı tahribatın en derinlerinden biri de dil alanında kendini gösterdi.
AKP, bir yandan gazetecilere ayar çekip, baskıyla işlerinden ettirdi. Bir yandan da “konuşanın dilini kesip” cezaevine yolladı. Magazin haberlerine dönen mahkemelerde herkesin telefonlarının dinlendiği ortaya çıkınca, insanlar kamusal alandan geçtim, özel alanda dahi dolaylı, temkinli, sansürlü konuşmaya başladı. Kelimeler sahiplerini kaybetti. Adı, adalet oldu.
Başbakan ve iktidar, bu sahipsiz kalmış kelimeleri, yani muhalefetin dilini gasp ederek, içini boşalttı. Yüzleşme, özür dileme, toplumsal barış, demokrasi gibi sözcüklerin tamamı iktidara yamanarak erozyona uğratıldı.
Şehirlerde uygulanan ve tarihi, emeği ve değiş-tokuş dışındaki değerleri hiçe sayan kentsel dönüşüm projelerine benzer bir mantık, dile de dayatıldı. Kimi kelimeler gökdelenleşti. Kimileri un ufak edilip tedavülden kaldırıldı. Eşitlik, hak, hukuk gibi köklü, tarihsel kavramlar, allanıp pullanıp, aynalı camekanlı “şeffaflaşma,” “katılımcılık” gibi sözlerin tepesine dikilip turistikleştirildi. Onur, vakar, haysiyet, bağlılık gibi kelimelerin içleri yıkılıp, adları bırakıldı. Dil baştan başa yağmalandı. Hakikat dilin dışına atıldı. Adı kalkınma oldu.
Dilin böylesine yağmalanması ve hakikatin dilde kendine ev bulamaması kamusal dili gittikçe daha muğlak bir hale getirdi. Muğlaklık anlamını matematikte aradı. İktidarın ayıbını örtmeyi kendine görev bilenler, dili bir eşitlikler tablosuna dönüştürdü. “Fark’ın” anlatılamadığı, mücadelenin hikayelendirilemediği, mağduriyetlerin sayılıp döküldüğü listeler cümlelerin yerini aldı. Her mağduriyetin karşısına bir ödül, her ödülün karşısına bir ödün konuldu. Sürekli içe dönen, kendine işaret eden, bekleşen, endişelenen, listedeki denklemleri çözecek bir iktidara öykünen, bir iç konuşma, kamusal dil kılığına sokuldu. Adı liberalizm oldu.
Kelimelerin tarihsel olarak işaret ettikleri gerçeklerinden böylesi bir şiddetle kopartılıp, topluca siyasi arenanın iktidar brikimi, ayırma, ayrıştırma, atma, tutma mantığına, değiş tokuş ekonomisine mahkum bırakılmaları, sürekli yenileme ve abartma ihtiyacı doğurdu.
Siyasetçilerin konuşmalarında korku, dehşet, şiddet sıradanlaştı. Türkiye’nin siyaset dilini, lanetli bir bilinçaltından fışkıran “kan emiciler,” “vampirler,” “eli kanlı katiller,” gibi kelimeler mesken tuttu. Savaş dilde figürleşti. Adı güvenlik oldu.
Yani hakikate soyunmayan, emeği gerektirmeyen, anlaşılmayı beklemeyen diller sardı etrafı. Çünkü bir halkın dilini çalmanın bedeli kendi dilini kullanamaz hale gelmektir. Bir halkın dilini ablukaya almaya kalkışmanın sonucu kendi dilinin gaspıdır. Ondandır ki Türkçenin kaderi Kürtçeye kitlidir.
Açlık grevine girenler dilleri kesilenler. Hakikati anlatamasınlar diye dilden kovuldular. Kullandıkları kelimeleri iktidar çaldı. Kimse o kelimelerin gerçek anlamını hatırlamasın diye öcüleştirildiler. Hikayeleri hukuka galebe çalmasın diye listelendiler, yasaya eşitlendiler. Türkçedeki misafirlikleri böylelikle bitti. Evlerine dönmek istediler. Dillerini bir başkaldırıya çevirdiler.
Elbetteki talepleri siyasidir.
Başbakan açlık grevi karşısında saçmaladı. Kimsenin asla unutamayacağı “Buradan tüm dünyaya sesleniyorum. Kuzu kebap yiyorlar” cümleleri, bir yalan değil, bir dilin iflasıdır. Bir kandırmaca değil hakikatten tamamıyla kopartılmış bir dilin iç sayıklamalarıdır. Sessizliği mesken tutan bir iradenin karşısında, korkutmanın, gaspın, yağmalamanın ve muğlaklaşmanın çaresizleşmesi, gülünçleşmesidir. Değiş tokuş mantığı ile yüceltilmiş bir kelimeler oyununun, karşılıksız ödenen bedeller karşısında eriyip gitmesidir.
Böylelikle bir devir kapanıyor. Açlık grevleri tepeden tırnağa değiştiriyor hepimizi. Türkçeyi kurtarmanın zamanı geldi.
4 Kasım 2012’de dünyanın sıradan gündeliğinde açılan bu olağandışı zamanı kucaklayan olağanüstü bir açıklama geldi cezaevinden. Gürül gürül bir baş kaldırı, bir kutlama, bir davet… 10 bin kişilik bir açlık grevi genel grevdir elbet. Talepler gerçekleşse de, gerçekleşmese de; grevler bitse de bitmese de böyle bir irade, Kürtçeyi de kurtarıyor, Türkçeyi de. (NÜ/EKN)
* Yazıdaki fikirler Ayşegül Devecioğlu ve Bülent Küçük’den esinlenmiştir.